Varoluşçu Terapi kişinin varoluşuna odaklanan dinamik yönelimli bir terapi ekolüdür. Bu bağlamda Varoluşçu Terapinin ana temaları ölüm, özgürlük, izolasyon ve anlamsızlıktır. Hayat ve ölüm birbirini tamamlayan iki olgudur. Varoluşçu terapinin en önemli teması ise ölümdür.
Her şeyin yok olduğu, yok olmaktan korktuğumuz, ama yine de yok olmanın ve korkunun varlığında yaşamamız gerektiği gerçeği hayatın en apaçık gerçeğidir. Bu bağlamda varoluşu sorgulama ölüm konusu süphesiz ki kaçınılmazdır.
Ölümün fizikselliği yok oluşu hatırlatsa da ölüm fikri bireyi korumaktadır. Varoluşçu filizoflardan Martin Heidegger’a göre ölüm fikrinin insanı bir varoluş şeklinden daha yüksek olan bir seviyeye sevk etmektedir. Ölümün kendisiyle tüm olanaklar biter. Ancak evrende var oluşumuzun her anı, her dakikası ölümle biçimlenir ve şekillenir. Dünyada iki tür temel varoluş şekli bulunmaktadır.
· Var olmayı unutma durumu
· Var olmayı düşünme durumu
Bir kişi var olmayı unutma durumunda yaşıyorsa, kendini hayatın sıradan işlerine adamıştır. Kişinin kaygıları dünya işlerinin işleyişine yönelmiştir. Heidegger bu durumu ‘otantik olmamak’ olarak tanımlar. Bu tarz insanın kendi hayatı ve dünyasının sahibi olduğunun farkında olmadığı, kaçtığı, düştüğü ve sakinleştirildiği ****rastgele birisi tarafından sürüklenerek şeçimlerden kaçtığı bir tarzdır bu.
Var olmayı düşünme (otantik olma) ise, var olmanın farkında olmak demektir. Bu açıdan kişi kendi varoluşuna ait sorumlulukları da düşünür. Kendini gerçekleştirme ve dönüştürme yalnızca ikinci durumla mümkündür.
Heidegger kişinin varoluşsal farkındalığa yalnızca düşünerek, çabalayarak varamayacağı görüşünü savunuyor. Varoluşu düşünmeye sevk eden otantik duruma ancak daha sarsıcı, daha kaçınılmaz deneyimlerle ulaşabilir. Bu kaçınılmaz deneyimlerin içinde en önemlisi ölümü sorgulama ve kavrama deneyimidir. Ölümün kendisiyle tüm olanaklar biter. Dolayısıyla burada oluşun (Dasein) her anı, her dakikası ölümle biçimlenir ve şekillenir.
Ölüm hayatımızı otantik bir tarzda yaşamamızı bizim için olası kılan bir durumdur. Her maddenin yok olacağı gerçeği bizi kendi yok olma korkumuzla yüzleştirir. Bu korkunun varlığı ise, kişinin evrendeki varoluşuna bir anlam atfetmeye sevk eder. Varoluşsal farkındalık kişiyi var olan zamanı değerli kılmaya yönelik bir çabaya sevk eder. Bu bağlamda kişi kendi varoluşuna bir anlam atfeder ve bu anlamın gerçekleşmesi yolunda ilerler. Geçmişteki yaşamı anlamlı kılma bireyi geleceğe yönelik ölüm korkusundan korur.
Ölüm ve Anksiyete
Kiekergard varoluşsal kaygıyı analiz eden, korku ve anksiyete arasında kesin ayrım yapan ilk filozoftur. Korku bir şeye duyulan korku, anskiyeteyi ise hiçbir şeyden duyulan dehşet olarak tanımlıyor. Bu ayrımın üzerinde duran başka bir varoluşsal terapist de Rolla May’dir. Rolla May ölüm anksiyetesinin belirsizlik, ölüm korkusunun ise, gerçek bir tehlikeden ortaya çıktığını savunmuştur. Rolla May’e göre anksiyeteyle ancak onu hiçbir şeyden başka bir şeye dönüştürerek baş edebiliriz. Anksiyete korku olmaya çabalamaktadır. Belirsizlikten olan korkumuzu somut bir nesneye olan korkuya dönüştürürek, korkumuzu kontrol altına alabiliriz.
Ancak ölüm kaygısı danışanlarda nadiren açık bir şekilde bulunur. Çoğu zaman ego savunmalarla bu korkuyu bastırır. Bu korku çoğunlukla örtük şekilde kalır ve başka kaygılar üzerinden kendini dışa vurur. Ölüm anksiyetesi bazı semptomların ardına gizlenir ve kazı işlemiyle tanımlanır. Irvin Yalom’ a göre anksiyete, depresyon ya da panik atak gibi hastalıkların ana kaynağı ölüm kaygısıdır. Bu bağlamda nedeni belli olmayan anksiyete de aslında bir ölüm anksiyetesidir. Çoğu zaman anksiyete korkuya dönüşmek için çabalar. Klinisyenler çoğunlukla korkuya dönüşmüş olan anksiyetenin ana kaynağını bulmakta zorlanırlar. Çünkü ölüm anksiyetesi orjinal biçimde kendini açığa çıkarmaz. . Bu bağlamda analitik yönelimli terapistlerin önem verdiği iğdiş edilme korkusu da çoğu zaman yön değiştirmeye yönelik bir savunma mekanizması ile açığa çıkabilir, örneğin yoğun kastrasyon korkusu olan bir erkekte kadın fobisi olabilir ya da erkeklerle rekabet etmekten korkabilir. Bu açıdan ölüm korkusu bir anksiyete bozukluğu olarak karşımıza çıkabilir.
Varoluşçu Terapist Irvin Yalom ölüm korkusunun klinisyenler tarafından yeterince dikkate alınmadığını da düşünür. Bunun nedeni ise kuşkusuz onun bastırılmış ve sonrada görülmez bir kimliğe bürünmüş olmasıdır. Çoğu zaman örtük bir korku olan ölüm korkusunu bilinç düzeyine taşımak, bu duyguya temas etmek gerekir. Varoluşsal kuram açısından ölüm kaygısının yol açtığı ruhsal bozuklukları yalnızca semptomlara odaklanarak iyileştiremeyiz. Bu bağlamda ruhsal semptomların özündeki kaygıyı (ölüm kaygısı) tanımak ve açığa çıkarmak gerekir. Yalom’a göre ölümün farkına varmak, bir uyanış deneyimi, büyük hayat değişiklikleri için kaçınılmaz bir deneyimdir.
Psikoterapi sürecinde ölüme yönelik farkındalık danışanın kişisel değişim sürecini hızlandırır. Varoluşçu Terapist ölüm farkındalığını kazandırmak için yapılandırılmış egzersizler uygular, örneğin; danışana kendi cenazesini hayal etmesi istemek, “Ne zaman?”, “Nasıl?” soruları ile danışana cenaze törenini hayal ettirmek, uygulanan bir tekniktir. Varoluşçu şok terapisi bağlamında mezar taşlarında ne yazacağı danışana hayal ettirilir. Yine başka bir uygulama ise; boş bir sayfaya çizgi çekerek bu çizginin bir ucu doğumu, diğer ucu ölümü gösterecek şekilde danışanın bu çizgide şu anda bulunduğu yeri işaretlemesini istemektir. Sonrasında ise danışana düşünmesi için zaman verilerek, geçmiş ve geleceğe yönelik düşünce ve duygular ele alınır.
Aynı zamanda ölüm kaygısı ve yaşam kaygısı ile de yakından ilişkilidir. Hayat ve ölüm birbirine bağımlıdır. Geçmişte arzulanan hayatı sürmek geleceğe yönelik ölüm korkusunu azaltır. Ancak bazen ölüm korkusunun kendisi yaşama yönelmeye engel olur. Seneca ‘Vaz geçmeye hazır ve istekli olanlar dışında hiç kimse hayatın gerçek tadını anlamaz’ der. Kişi hayata atıldıkça yeni deneyimler elde eder, ancak yeni deneyimler mücadele etmek demektir. Atılan her yeni adım karşılaşılacak yeni güçlüklerin habercisidir. Ölüm kaygısı yüksek olması kişiye, her güçlük sonrasında tıpkı ölümdeki gibi bir hiçlik ya da yok oluş duygusu yaşatır. Bu duygu ise ölüm anksiyetesini tetikler. Ölüm kaygısı kişiyi konfor alanında kalmaya zorlar. Bu nedenle varoluşçu terapiye göre ölümden korkmak yaşamaktan korkmaktır. Ancak kendi ölümlülüğü ile yüzleşmiş insanlar cesurca güvenli alanlarından çıkarak hayata atılabilirler. Bununla birlikte yaşama atılmaktan kaçınmak da ölüm kaygısını arttırır. Geçmişte arzuladığı hayatı sürememek, kişinin ölüm kaygısını arttırır. Kişi kendini bir kısır döngü içinde bulur. Ölüm korkusu arzulanan hayatın sürdürülmesine engel olur, karşılaşılabilecek engeller karşısında kişi geri adım atar. Ancak geçmişte arzulanan hayatı yaşamamak da yine ölüme kaygısını beraberinde getirebilir.
Kaynak:
https://www.atlasjournal.net/Makaleler/708902681_6%20ID%20672.pdf, Erişim Tarihi: 7 Şubat 2022
Irvin Yalom. (1980). Varoluşçu Terapi
Irvin Yalom. (2008). Güneşe Bakmak, Ölümle Yüzleşmek
Irvin Yalom. (2001). Bağışlanan Terapi